10 Aralık 2011 Cumartesi

Muhteşem Süleymaniye



Kusursuz bir şehrin, kusursuz mabedi; Süleymaiye Camii.
İstanbul'u düşündüğümde aklıma boğaz ve Süleymaniye Camii gelir. Dünyanın gerdağınlığının en güzel noktasına yerleştirilmiş, nadide bir incidir Süleymaniye. Muhteşem dönemin usta mimarı tarafından yapılan geçmiş ve geleceğin en güzel mabetlerinden birisi.
Sadeliğin, azametin, zevkin, güzelliğin ve kemâlin maddeye aksetmiş hali. O kutlu tepede Sinan'ın bu şaheserini gözlerimizi alamadan, büyük bir aşkla seyrederiz. İslam dinin mütevazi bir yansımasıdır bu mabet. Müslüman olmayan biri dahi buradan Allah'a ulaşılacağını hisseder.
Usta mimar herşeyi yerli yerine yerleştirmiştir ki yüzlerce yıldır minareleriyle Allah'a ulaşmaktadır.
Bazen defalarca önünden geçtiğimiz binalar hakkında çok az şey bildiğimizi farkederiz. Ancak Süleymaniye Camii bunlarda biri olmamalıdır. Mimari ve mühendislik açısından önemli bir camii olmasının yanında yapılış dönemindeki yaşananları açısından da önemlidir.

Kanuni Sultan Süleyman Hicri 957 yılında yani İstanbul'un fethinin 100'üncü yıldönümünde "İnnemâ ye'muru mesâcide'l-lâhi men âmene bi'l-lâhi ve'l-yevmi'l-âhir..." (Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe inanan, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başka kimseden korkmayanlar imar eder. Tevbe Sûresi:9/18) emrine ve "Allah rızası için bir mescid bina eden kimse için Allah da cennette ona bir köşk ihsan eder." hadisine uyarak bir camii yaptırmaya karar verir.
Sultan Süleyman gece rüyasında Peygamber Efendimiz'i görür ve Peygamber Efendimiz cami yerini göstererek duada bulunurlar.
Ertesi gün Koca Sinan'la caminin inşa edileceği yere giderler. Mimar Sinan:
-Sultanım! Camii şuraya, şu vechile bina eylerüz, mihrabını şuraya, minberin buraya vaz' ederüz deyince Kanuni Sultan Süleyman:
-Haberli gibisün Sinan, diyerek mimarına gülümsüyor. Koca Sinan:
-Siz akşam Peygamberimizle iken arkanızda idim devletlüm, diye sırra vakıf olduğunu ifade eder.

Zirvede bir eser olan Süleymaniye inşaatında Padişah'ın bile sırtında minare şerefesine taş taşıdığı da rivayet olunur.

1550 yılında cami inşatına başladığında altmış yaşında olan Koca Sinan, 1588 yılında 100 yaşındayken vefat eder. İmanının yansıması olan muhteşem eseri Süleymaniye Camii'nin bahçesine gömülmeyi layık görmeyerek tevazu gösteren mimar, cami bahçesinin dışında, iki yolun kesiştiği yerdeki sebilin arka kısmına defnedilmiştir. Dünyanın en büyük şaheserlerini 100 yıllık ömrüne sığdıran usta küçük ve mütevazi bir türbeye defnedilerek gönlünün büyüklüğünü bir kez daha gösterir.

İstanbul'un malum yedi tepesinden biri üzerine inşa edilen cami, Anadolu yakasından girişite tüm haşmetiyle bize merhaba der.



Bu eşsiz mabedin iki ayda tamamlanma hadisesi de önemli ayrıntılardandır. Padişah'ın Edirne'de olduğu bir zaman da Koca Sinan'ın dahiliğini hazmedemeyenlerin söylentileri sonucunda Sultan cami mahalline gelir. Sinan'ın başka inşaatlarla ilgilendiği söylentileri Sultan'ı sinirlendirmiştir. Yapılan işleri denetleyen Kanunı Mimar Sinan'a:
-Cami ile ilgilenmeyüp başka binalarla niçin uğraşıyorsun? Sultan Mehmet Han'ın mimarı sana örnek olarak yetmez mi? Bana, bu bina ne zaman tamam olur, çabuk haber ver, yoksa sen bilirsin! der.
Padişahın hiddetini sezen Sinan şu cevabı verir:
-Sultanım! İnşallah iki ayda tamam olur der. Bunun üzerine Kanuni:
-Mimar! Hele iki ay dolunca bina da tamam olmazsa seninle söyleşiriz, der.
Gerçektende Koca Sinan camiyi iki ay gibi kısa bir sürede tamamlar.

Anlatılan bir diğer olay da şudur:
Cami temelinin oturması ve sağlamlaşması için inşaat işine bir süre ara verilir. Bunu duyan İran Şahı Tahmasb, İstanbul'a elçisiyle bir mektup, çok miktarda para ve bir kutu mücevher gönderir. Şah mektubuna övgü ile başladıktan sonra şu sözlere yer verir:
"İşittik ki, camii tamamlamaya kudretiniz kalmamış ve yarıda bırakıp vazgeçmişsiniz. Size, para ve mücevherat gönderiyoruz. Bu cevherleri satıp ve bu parayı harcayarak camii bitirmeye gayret ediniz ki, bu hayırlı işinizde bizim de payımız bulunsun."
Kanuni Şah'ın mektubuna sinirlenerek parayı, elçinin huzurunda İstanbul Yahudileri'ne dağıtmıştır. Elçinin huzurunda mücevherleri Sinan'a vererek:
-Bu kıymetli diye gönderilen taşlar, camiin taşları yanında kıymetsizdir. Bunları, başka taşların içine katarak hemen kullan, demiştir.
Koca Sinan bu taşları sol minarenin yapımında kullandığı için bu minareye "cevahir minaresi" denmiştir.



Sinan'ın yaptığı bu eşsiz eserin mükemmelliği karşısında şairler de suskun kalamamışlardır. Özellikle Yahya Kemal'in "Süleymaniye'de Bayram Sabahı" şiiri bizleri camiiyi ziyaret etmeye ikna etmektedir.

SÜLEYMENİYE'DE BAYRAM SABAHI
Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye'de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübarek, ne garib alem bu!..
Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sukünette karıştıkca karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayalet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilahi yapıya.
Tanrının mabedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymaniye tarih oluyor.
Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah'ına bir böyle yapı.
En güzel mabedi olsun diye en son dinin
Budur öz şekli hayal ettiği mimarının.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul'un ufkunda bu kudsi tepeyi;
Taşımış harcını gazileri, serdarıyle,
Taşı yenmiş nice bin işcisi, mimarıyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevi bir kapı açmiş buradan gökyüzüne,
Taa ki geçsin ezeli rahmete ruh orduları..
Bir neferdir bu zafer mabedinin mimari.
Ulu mabed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir varisin olmakla bügün mağrurum;
Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,
Senelerden beri ru'yada görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını
Görüyor varliğının bir yere toplandığını;
Büyük Allah'ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbir oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbir'i
Ne kadar saf idi siması bu mu'min neferin!
Kimdi? Banisi mi, mimarı mı ulvi eserin?
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşıyan varisi hem sahibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.
Karşı dağlarda tutuşmus gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, cok uzaklardan mı?
Üsküdar'dan mı? Hisar'dan mı? Kavaklar'dan mı?
Bursa'dan, Konya'dan, İzmir'den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, taa Beyazıd'dan, Van'dan,
Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübarek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hatıralar rüzgarını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.
Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosva'dan, Niğbolu'dan, Varna'dan, İstanbul'dan..
Anıyor her biri bir vak'ayı heybetle bu an;
Belgrad'dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar'dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı?
Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar'dan mı? Tunus'dan mı, Cezayir'den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;
O mübarek gemiler hangi seherden geliyor?
Ulu mabedde karıştım vatanın birliğine.
Çok sükür Tanrıya, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşıyanlarla beraber bulunan ervahı.
Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.

Bizlere böyle kıymetli eserleri miras bırakan ecdâda ne kadar teşekkür etsek azdır. İnşallah onlara olan minnettarlığımızı bu eserleri koruyarak, anlayarak ve ziyaret ederek gösterebiliriz. Süleymaniye Camii'inde buluşmak üzere...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder